Belediye başkanlığı adaylığından feragat edince gururuma dokundu. Neden aday olmadın? Sorusunun cevabı, “kazanamayacağımı bildiğim için” olamazdı. Daha makul, mantıklı bir yanıt bulmalıydım.
Diyecektim ki, şimdiki aday çok ısrar etti, onu kıramadım. Vekillerim benim için başka görev verecekler. İki bin dört mahalli seçimleri. Aslına bakarsanız, ben partinin belde başkanıyım. Başkan adayı bulmak, tavsiye etmek başta benim görevim. Bulamazsak elimizi taşın altına koymamız gerekir. Hani bir söz “ya imam ol ya imam bul” der ya, tam bu iş için söylenmiş… İmam bulamadık uzun süre. Seçimlere son birkaç hafta kala baktık yok. Kendimizi attık ortaya. Sonuç ne olursa olsun? Çarşıda, kahvede her yerde soran olsun olmasın “adayım” diyordum.
Önceki başkanın beceriksizliğinin üzerine seçilen şimdiki başkan, başarılı bir dönem geçirmişti. Şimdi ikinci defa aday oluyordu. Karşısına ben çıkacaktım, iktidar partisinden. “Kaza-nırsın” diyenlerin yanında, “bir dönem daha yapsın mevcut başkan” diyenler daha ağırlıktaydı. Kasabanın bazı bilirkişileri de “kazandıktan sonra, iktidar partisine geçecek” lafını yaymaya başladılar. Seçime girmekten maksat kazanmak olduğuna göre, Belde yönetimini toplayıp, şu soruyu sordum.” Benim A partisinden Belediye Başkanlığı Adaylığımı kabul ediyor musunuz? Oy birliği ile ediyoruz” dediler. Peki, ikinci soru, ola ki ben kazanamadım rakip kazandı, Onu partiye kabul eder misiniz?” “Onu partiye kabul edeceksek, niçin seçime girelim ki?” Ona da hayır, dediler.
Tabi biz bu lafı söylemeye başladık. İlçe Başkanına, İl başkanına, Millet Vekiline kahve toplantılarında söylettik. “Partiye almak yok, diye.” Saydığım, sevdiğim Hacı abilerden biri dedi ki “hocam bak, sen tahsillisin temiz, dürüst adamsın. Bu işi de güzel yaparsın, ama kazanamazsın. Neden diye sormadım, devam etti. “Çünkü arkan yok. Sülalen yok. Akraban yok. Sen de benim gibi tek başına birisin” Ben hiç böyle düşünmemiştim. “Var dedim, olmaz olur mu? Dayılarım var, anne tarafım buralı. Onlar oy verir.” “O saydıklarına hiç güvenme,” dedi. Nitekim başlandı dediko-dulara. Dayım dediğim zatlardan biri hem de yönetimde, “sen aday olma kazanamazsın” demedi de “çay parasına yüz bin liran gider. O kadar paran var mı” dedi? “Yok” dedim “benimki emekli maaşı, beş kuruş birikmişim yok.” “Alın mevcut başkanı partiye o olsun bitsin.”
Camiden çıktık, biri koluma girdi, “gel biraz, bir yere gideceğiz.” Doğru diğer dayının evine. İçeri girdim ki, hep rakip tarafın adamları. Başkan da orada. Söyleyecekleri gene aynı şeylermiş. Dedim ki, ben şu anda partinin belde başkanıyım. Aday adaylarını belirleme görevim var. Ben olurum, sen olursun, başkaları da aday adayı olabilir. Genel Merkez hangimizi uygun görürse o olsun. Ben itiraz etmem şahsen, dedim. Başkan, “ben garanti isterim. Adaylık garantisi, son güne kadar bekletir de adaylığımı ilan etmezseniz, ben partimden de olurum. Pirince gidene dönerim” dedi. Ben de “sana nasıl garanti vereyim, kimseninki garanti değil. Yukarısı bilir” dediysek de ben şunu anlamış oldum. Dayılarım bile yanımda değil… Ben de nabız yokluyorum, benden taraf pek yok. Anket yaptırmışlar bana yüzde otuz çıkmış.
Neyse uzatmayalım. O arkadaş geldi de beni bu sıkıntıdan kurtardı. Ama her şeyi anlattım ona. “Hocam, benim iş yerim özelleşti. İşten çıkardılar. Tazminat paramı bu işe harcayacağım. Kafama koydum. Sonucu ne olursa olsun” dedi. Pekâlâ dedik. On yedi bin lirayı harcadığıyla kaldı. Ben de vekillerin düşündüğü dediğim görev, İl Genel Meclisi Üyeliği idi, aday olduk. Altı kişi ara-sından beni, ikinci sıraya yazmışlar. Kazandık. İl Genel Meclis üyesi olduk. Ama bilmiyorum ki nedir? Ne iş yaparlar? Yetkisi ne? Protokol sırasında ne? Şinanay! Bir şey bilmiyorum… Konuşmalara köylere gidiyoruz, kahvelerde halkla buluşuyoruz, afişler bastırdık. Resimlerimiz her köyün, kahvelerin duvarlarında asılı.
Neyse, üçüncü sıra adayının babası zamanında yapmış bu işi. Bir toplantıda şöyle dedi, hem de merkezde. “Bizim aylığımız yıllığımız yok. Hangi köyün ne esiği varsa onu tespit eder, valiye bildiririk. biz eesikleri yaparık. Sene de iki, ya da üç toplantımız olur.” Rahmetli K. Numanoğlu da İlçe Belediye Başkanı adayımız, o da bizim hakkımızda “Valinin böyüğü, Milletvekilinin guçcüğü” dedi. Onu da öğrendik. Bu işi az da olsa bilenler seçimleri kaybettiler, biz iki kişi kazandık. On bin beş yüz oy almışız İlçe genelinde. Mazbatamızı aldık. İlk toplantıya gittik. Vali, konuştu, gündemi okudu, daracık bir odanın içerisindeyiz, beni de okuryazar diye herhalde Kâtip seçtiler. Bir arkadaş daha var. Valinin iki yanına oturduk. Söylendiği gibi bir defa daha toplandık. İlk sene böyle geçti. İkinci seneye yasa değişti, prosedür değişti. Her şey sil baştan. Yeni bina, Meclis Başkanı. Yani, TBMM’nin il içindeki küçültülmüşü oldu. Her şey değişti, ama o Kâtiplik bana yapıştı kaldı. Beş sene, o tutanakları okudum, imzaladım. Raporları tanzim ettim, kontrol ettim. Kimse talip olmuyor ki üstümden atsam. Neyse yaptık işte zar zor.
Valinin büyüğüymüşüz ya, gerçekten vali, vali yardımcıları bize öyle iyi davranıyorlar ki, bir dediğimiz iki olmuyor. Hele encümende iken, falan köyün şu ihtiyacı var dediğimizde, yardımcısı not alıyor, o iş oluyordu. Yirmi iki üyeden üçü muhalefetindi. Onlar parmak bile kaldırmadılar. Herkes kendi şahsi işlerini takip etti. Kimi iş peşinde, kimi başka şeyler…
Ağustos ayı tatil ayıdır. Eylül bir dedi mi toplantılar başlar. Her ayın ilk beş iş günü toplantı günleri oldu. Yeni yasaya göre oturum parası da ödüyorlar, az da olsa bir gelirimiz oldu. Ayrıca TBMM’deki gibi komisyonlar da kuruldu. Ben hem Sağlık hem de Milli Eğitim Komisyonu başkanlıkları yaptım. Vazifem icabı, Eylül’de, İlin yüz elli altı Köyünün, Beldelerinin ve ilçelerinin okullarını, sağlık ocaklarını, hastanelerini gezer, yetkililerinden ihtiyaçları hakkında notlar alırdım. Bunları encümende dile getirir, karara işletirdim. Onlarca yeni okul binası, merkez dâhil, ek derslikler ve onarımların yapılmasına vesile oldum. İlçe Hastanesinin ek binası, bizim sağlık ocağının kalorifer tesisatı, bilgisayar donanımı, Damsa, Aksalur, Karain köylerinin sağlık evleri onarımları, onlarca yüzlerce tadilatta benim imzam var. Doktora sorabilirsiniz, söyler. Bizim okul binasının temel onarımı, tadilatı, yani saymakla bitmez.
İkinci gezim de bu işler yapıldıktan sonra olurdu. Kontrol amaçlı, olmuş mu, yoksa baştan savma mı diye? En hoş yeri de burası benim açımdan, Her yanı dökülmüş okul binasını tadilattan sonra çiçek gibi görünce, sevinmez mi insan? Muhtarı, Müdürü, teşekkürler bini bir para. Hiç unutmam; Derinkuyu İki numaralı Sağlık Ocağının tadilatını üstlendik. Üç ay sonra gittiğimizde orada çalışanlardan biri beni tanırdı “Hocam dedi, bizim istediklerimizden de fazlası yapıldı. Bodrumundan çatısına kadar yenilendi. Allah razı olsun” dedi. Her kesimden böyle olumlu eleştiriler aldım.
Seçildiğim günün sabahı, yeni Başkanı tebrik ettim. Şunları söyledim, Rekabet bitti. Şimdi hizmet vaktidir. Birlikte bu Beldeye hizmet etmeliyiz. Birlikte çalışalım, dedim. Ama ne yalan söyleyeyim, O beni hiç takmadı. Bir şey de istemedi. Neyini sevmedim siyasetin biliyor musun? Yalakalığını… Birkaç yıl önce amirim olarak bana fırça atan Müdür, şimdi önünü düğmeleyip hazır ola geçiyor karşımda. Titriyor neredeyse.
Bu “Sayın Valim” lafını da bana partili arkadaşlar yakıştırdılar. Nerde olursa olsun, bana bu şekilde hitap ettiler. Kâtiplik gibi bu da üstüme yapıştı kaldı. Bir gün İlçe Kaymakamına dedim ki, Akça ören Dedemin Köyü, İltaş Babaannemin Köyü, Karain de dayılarım var. Boyalı Hanımın Köyü, İbrahim Paşa benim büyüdüğüm Köy, ben böyle sayarken, “Hocam başka köy kalmadı ki, ne istiyorsun?” dedi. Bu köylerin içme suyu, kanalizasyonu ve parke taşları yapılacak. Boyalının mezarlık yolu diyorlar, orası da yapılsın. Bakarsın bizi de oraya gömerler belli mi olur? Bu söylediklerimin hepsini yaptılar. O Kaymakam yüzüme “Hocam seni seviyoruz” dedi. O dönemde, beş trilyon para harcandı Ürgüp Köylerine, içme suyu arıtmaları, arazi suyuna kadar. Türkiye de kanalizasyonsuz köyü kalmayan İlk ilçe unvanını aldık. ”
“Bizim burası o zaman belediyelikti. Bizim işimiz Köylere hizmet, bu programın adı KÖYDES ti. Biz gene de bir şekilde seksen bin liralık yardım çıkarttık. BELDES olarak. Onu da Topakoğlu konağını restore ettik dediler. Restore falan olmadı. Ancak az bir temizlik yapmışlar. İşte böyle, on altı sene oldu bu işten ayrılalı, hizmetlerimizden vatandaş faydalanıyor.”
“Bir gün Kozaklı Kaplıcalarına gittik üç arkadaş. Beş yıldızlı otel. Canlı Müzik programı varmış, izlemeye indik salona. Bağlama, org falan var işte. Kalabalık, arkadaş “oyun havası çalar mısın?” dedi. Bağlamacı da “sabahın bu saatinde oynayacak mısınız?” dedi, çalmadı. Hakikaten oyun havasını kim ne yapsın? Herkes hasta, yaşlı orada olanlar. Bizden başka? Benim üzerimde takım elbise, kravat ve rozetim var. Türkiye Cumhuriyeti İl Genel Meclisi Üyeleri Birliği gibi bir şeyler yazıyor, ama millet vekillerinkine çok benziyor. Arkadaş, durup dururken bana, “Sayın Millet Vekilim” demeye başladı yüksek sesle. Birkaç kez tekrarladı. Bağlamacı da duyuyor. Ben de bozuntuya vermedim; biraz sonra, bağlamacı başladı çalmaya, “daracık daracık sokaklar, kızlar misket yuvarlar. Bir güzel dinledik, oynamadık ama…
“Ben şunu anladım siyasetten. İşini iyi yapmak için, illa bilmek gerekmiyor. Bilenler var zaten. Mesele organize edip kontrol etmekte. Ben bunu öğrendim. Öğretmenlikte bir kural vardır. “Kontrol edilmeyen ödev, ödev değildir.” Bunun gibi yani. Bizimkiler, yasa yapıyorlar, kural ko-yuyorlar önce kendileri bozuyor. İhale ediyorlar bir işi, bir daha yanına uğramıyorlar. Adam yedi mi içti mi, hakkıyla yaptı mı kontrolü yok? Parasını ödeyip gidiyor, bakmadan kontrol etmeden.
Öylesi de başımıza geldi. Kaymaklı Kasabasına yeni on dört derslikli okul binası ihalesi yapılmış. İhaleleri ilgili müdürlük yapıyor. Birkaç ayda bitirilmiş. Geçici kabulü yapılmış, müteahhit parasının çoğunu almış. Okulu kontrole gittik ben ve iki arkadaş. Sınıf kapıları menteşesi küçücük sac vidasıyla tutturulmuş, kapatıyorsun, kapanmıyor, arası açık kalıyor. Kedi geçer derler ya öyle işte. Sıvalar daha öğrenciler gelmeden dökülmüş, “bu ne?” cevap, “efendim sıvasını on ikinci ayda yaptık, soğuktan dondu,” ne olacak? Bilmem. Merdivenleri güya mozaik yapmışlar, o da donmuş ki, ayakkabının burnuyla kazınıyor. Rapor hazırlayıp, valiye kabul edilmemesi huşusunda uyarıda bulunduk. Hiçbir faydası olmadı. Müdür bana küstü.
Böyle bir şey nasıl olur demeyin?
Oluyor işte…
Nevzat Turgut