Tarih, bazen toprağın üstünde, bazen de derinliklerinde saklanır. Yeryüzünde yükselen kaleler, saraylar, mabetler kadar, yeraltında açılan maden galerileri de tarihin sessiz tanıklarıdır. Bir şehrin kaderini yalnızca üstündeki taşlar değil, altında sakladığı cevherler de belirler. İşte Niğde, hem gökyüzüne uzanan dağları hem de yerin altındaki hazineleriyle tarih boyunca önemli bir madencilik merkezi olmuştur.
Anadolu’nun tam kalbinde yer alan bu şehir, binlerce yıl boyunca madenciliğin yükünü omuzlamış, Hititlerden Bizans’a, Selçuklulardan Osmanlı’ya kadar pek çok medeniyetin cevher deposu olmuştur. Celaller bölgesindeki maden ocakları, Su Deliği Galerisi, Kestel ve Sarıtuzla’daki antik madencilik izleri, Niğde’nin madencilik geçmişinin ne kadar köklü olduğunu kanıtlar. Ancak bu konuda en büyük dönüşüm Osmanlı döneminde yaşanmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda, Osmanlı Devleti, Bereketli ve Bulgar Dağı madenlerini imparatorluğun en önemli madencilik merkezleri hâline getirmiştir.
Madenciliğin İlk İzleri: Antik Çağlardan Osmanlı’ya
Niğde’nin madencilik tarihi, yalnızca Osmanlı ile sınırlı değildir. Bronz Çağı’ndan itibaren bu topraklarda madencilik yapıldığı kanıtlanmıştır. Özellikle Celaller bölgesinde, eski madencilerin ateşle kaya çatlatma yöntemi kullandıkları anlaşılmıştır. Kestel ve Sarıtuzla’da yapılan kazılarda, kalay madenlerinin işlendiği ve bu cevherlerin Göltepe’deki atölyelerde şekillendirildiği tahmin edilmektedir.
Hititler, Ulukışla’daki Porsuk (Zeyve) Höyüğü’nde madencilik yapmıştır. Ancak Roma ve Bizans dönemlerinde Niğde’de madencilik faaliyetleri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Osmanlı öncesi beylikler döneminde de bölgedeki madenciliğe dair net bir kayıt yoktur.
Ayrıca dünyanın ilk maden senedi Bolkar Dağlarında bir kayaya hiyeroglif yazı ile kazınmıştır.
Osmanlı Döneminde Niğde Madenciliği
Osmanlı, bu bölgeyi egemenliği altına aldıktan sonra, Niğde’nin madenlerini devlet kontrolünde sistemli bir şekilde işletmeye başlamıştır.
Osmanlı Devleti, para basımında, savaş sanayisinde ve sanayi üretiminde kullanmak üzere büyük miktarda metale ihtiyaç duyuyordu. Devletin en büyük madencilik merkezlerinden biri de Niğde Sancağı olmuştur.
Bereketli Madeni: Osmanlı’nın Gümüş ve Kurşun Kaynağı
Bereketli Madeni, Osmanlı’nın en büyük maden ocaklarından biri olarak kabul edilir.
1841 ve 1846 tarihli Osmanlı belgelerinde, Bulgar Dağı Madeni’nin Bereketli Madeni’ne bağlı olduğu belirtilmiştir.
Osmanlı Devleti, bölgedeki küçük madenleri Bereketli Madeni’ne bağlamış ve burayı merkezi bir üretim alanı hâline getirmiştir.
Buradan çıkarılan kurşun ve gümüş, Darphâne-i Âmire’ye gönderilerek Osmanlı’nın para basımında ve mühimmat üretiminde kullanılmıştır.
Bulgar Dağı Madeni: Osmanlı’nın En Değerli Madenlerinden Biri
Bulgar Dağı Madeni, gümüş, kurşun ve altın üretimiyle Osmanlı’nın en önemli madenleri arasına girmiştir.
1825 yılından itibaren düzenli olarak işletilmeye başlanmıştır.
19. yüzyılda Bulgar Dağı Madeni’nde yılda:
800 kıyye (1 ton 25 kg) gümüş,
80.000-100.000 kıyye (102-128 ton) kurşun üretilmekteydi.
Madendeki en verimli ocaklardan birinde yılda 120 kıyye (153 kg) gümüş çıkarılabileceği kaydedilmiştir.
20. yüzyılın başlarına gelindiğinde 1908’de Bulgar Dağı Madeni kapatılmıştır.
Maden İşçileri: Ağır Şartlar Altında Bir Hayat
Madenlerin işletilmesi kadar, bu madenlerde çalışan işçilerin hayatı da tarihin kalbinde gizlidir. Osmanlı, maden işçilerine bazı vergi muafiyetleri tanımıştır, ancak çalışma koşulları oldukça zor olmuştur.
Madenciler, Osmanlı’nın olağanüstü vergilerinden (tekâlif-i örfiyye ve şukka) muaf tutulmuştur.
Bulgar Dağı Madeni’nde çalışan Rum madenciler, belirli dönemlerde vergiden muafiyet hakkı elde etmişlerdir.
1845 kayıtlarına göre Bulgar Dağı Madeni’nde 50 kadar Rum aile çalışmaktaydı.
Bazı işçilere maaşlarının düzenli ödenmediği ve şikâyetlerin Osmanlı arşivlerine yansıdığı belgelerde geçmektedir.
Bu işçiler, gün ışığından uzak, karanlık maden galerilerinde çalışarak Osmanlı hazinesini doldurmuşlardır.
Madenlerin Taşınması: Cevherin Uzun Yolculuğu
Osmanlı Devleti, çıkarılan cevherleri başkente ve tersanelere ulaştırmak için deve kervanları ve at arabaları kullanmıştır.
Kurşun ve gümüş gibi ağır metaller, genellikle deve kervanlarıyla İstanbul’a taşınmıştır.
Demir ve bakır gibi metaller, limanlara ulaştırılarak gemilerle sevk edilmiştir.
Nakliyede Aşiretlerin Rolü
Madenlerin taşınmasında, Saydıkışla, Bozdoğan, Karacebelü , Karakabalu, Şerefli ve Boynuinceli aşiretleri görev almıştır.
Bu aşiretler, deve kervanlarıyla cevherleri taşıyarak vergi muafiyetlerinden yararlanmıştır.
Post Madeni’nden çıkarılan demir, Adana’daki Karataş İskelesi’ne nakledilerek Osmanlı donanması için işlenmiştir.
Sessiz Kalan Maden Ocakları ve Unutulmuş Hikâyeler
Zamanın değişmesi ve teknolojinin ilerlemesi, yeni yollar, yeni fabrikalar, yeni makineler getirdi. Bu süreçte 1908 yılında Bulgar Dağı Madeni kapandı. Çekiç sesleri sustu, madenciler başka işlere yöneldi. Ama toprak unutmaz.
Bugün, Niğde’nin eski maden ocakları sessizliğe bürünmüş olsa da, tarihî kayıtlar ve arkeolojik buluntular, bu toprakların madencilik geçmişini gözler önüne sermeye devam ediyor.
Kim bilir, belki bir gün bir seyyah, bir arkeolog ya da meraklı bir çocuk, Niğde’nin eski maden galerilerine girip toprağa kulak verir. Ve orada, tarih boyunca yankılanan kazma ve çekiç seslerini, alın terinin sessiz çığlığını duyar. Çünkü toprak, kendisine emanet edilenleri asla unutmaz.
Mehmet Hocam hoş geldin